Anket KAPANMIŞTIR.Bu tarihten önce oyunuzu verebilir ve bu başlığın altına hangi hikayeye neden oy verdiğinizi yazabilirsiniz...
Not: Yazarlar da kendilerine ya da bir başkasına oy kullanma hakkına sahiptirler...
--------------------------------------------------------
İNFAK ETMEK
Karşılıklı iki evin sahipleri...
Gayet varlıklı bir aileye, bir o kadar durumu kısıtlı bir komşu...
Varlıklı ailenin hanımı her sabah evinin çöpünü alır ve açtığı pencereden gelişi güzel sallarmış. Çöpler hemen evinin karşısındaki ihtiyaç sahibi komşusunun kapısına kadar ulaşırmış. Durumu kısıtlı olan evin hanımı da her sabah bu çöpü sabırla toplarmış.
Bir zaman böyle gelip geçmiş...
Bir gün durumu kısıtlı evin hanımı kapının önünde çöp görmemiş. Düşüne düşüne içeriye geçerken, bir sonraki güne dair bir şeyler yapması gerektiğini farketmiş.
Ertesi gün de aynı manzara ile karşılaşınca, eline aldığı bir kuru ekmek ve biraz zeytinle komşusunun kapısına varmış.
Zili çalıp beklemeye koyulmuş. Biraz sonra kapı açılınca, karşısında duran varlıklı evin hanımına:
"Çok uzun zamandır sizin bize verdiklerinizle yeyip içtik. Bizi hiç yalnız bırakmadınız. Eşim öldüğünden beri zorluk içindeydik. Ancak siz Allah' ın size verdiği nimetlerden bize de bir pay ayırdınız. Çalışacak bir iş bulamadım, ama sizin bizi gözetmenizle karnımız her gün doydu. Bize verdiğiniz değeri, yapmış olduğunuz iyilikleri asla unutamayız."
Varlıklı evin hanımı bir hayli şaşkın dinlemeye devam ederken, komşusu konuşmaya devam etmiş:
"Her gün evimizin önüne yemek bıraktınız. Bıkmadan usanmadan; bizleri hiç bir gün unutmadan her sabah kapımızın önüne koyduğunuz yiyecekler, evimize neşe kattı. Dertlerimizi hafifletti."
Komşusu: "Yalnız 3 gündür kapımıza yiyecek bırakmadınız. Bazen rahattayken, ummadığımız bir anda Allah imtihan için rızkımızı daraltabilir. İhtiyacınız olabileceğini düşünerek, Rabbin verdiklerinden size ekmek ve zeytin getirdim. Lütfen yaptıklarınıza karşılık, sizinle elimizdekini paylaşmamıza izin verin." diyerek konuşmasını bitirmiş.
Varlıklı evin hanımı, gözyaşları içinde, kendisine uzatılanları eli titreyerek almış.
Ağzından tek kelime dökülmeden, evine dönen komşusunun ardından bakakalmış.
Ve ağır ağır içeri girip, muazzam şekilde hazırlanmış kahvaltısına oturmuş.
Kendisine yapılmış bu infakın; ekmek ve zeytinden daha fazlası olduğunun farkında olarak...
39- De ki, Muhakkak benim Rabbim, kullarından rızkı dilediğine genişletip yayar ve ona kısar da. Her neyi infak ederseniz, Allah yerine bir başkjasını verir; O rızık verenlerin en hayırlısıdır. (Sebe)
SİNAN YAZICI
---------------
ANNEANNEM
Bu gün günlerden Pazartesi. Erkenden uyandım. Hızlıca en güzel elbisemi giyinmiştim. Çok mutluydum, çünkü bu gün anneanneme gidecektik. Odasına gidip annemi uyandırdım.
Bir an önce evden çıkıp Anneanneme gitmek için heyecanlanıyordum. Çok özlemiştim Anneannemi, uzun zaman olmuştu görmeyeli. Anneannem tek başına yaşıyordu. Yaşlıydı, artık zor kalkıp, zor oturuyordu. Boyuda kısalmıştı, hastaydı ama yine de gündelik işlerini kendi halledebiliyordu.
Ben küçükken birlikte gezmelere çıkardık. İstediğim her yere götürürdü beni.
Anneannem kışları daha çok severdi. Ağaçların dallarına dolan karları seyretmeyi çok sever, saatlerce onları seyrederdik. Ağaçların altlarına gidip, dalları tutup sallardım. Yağan karların altında kalmak benim de en çok sevdiğim şeydi.
Artık eskisi gibi dolaşamıyorduk, o daha çabuk yoruluyor, sık sık dinlenme ihtiyacı duyuyordu. Çıktığımız zamanlarda da koluma girmeden yürüyemiyordu. Çantalarını da taşıyamıyor, ona ağır olmasın diye ben taşıyordum.
Çok seviyordum Anneannemi, yaşadığı yaptığı çok şey vardı. Yaptıklarını, annesini, babasını, oğlunu, kızını, gittiği-gördüğü-gezdiği her yeri.
Geçen yıllar Anneannem için bir tecrübe, bir anı ve hatıra olarak kalmıştı benliğinde. Dizinin dibinde oturup hiç sıkılmadan dinlerdim anlattıklarını. Sanki ben de oradaymışım gibi hayal ederdim gördüğü yerleri anlatınca.
Anneannemin bir de çok özendiğim tarafı; okuduğu bir kitap, dinlediği bir şarkı ya da bir olay hakkında düşündüklerini kaleme almasıydı.
Yazdıklarını her görüştüğümüzde bana da okurdu. Sayfalar dolusu, hatta bir oda dolusu yazıları olmuştu artık. Kimilerini ben de eve getirir, tek başıma kalınca, geceleri okurdum.
Okudukça okumak gelirdi içimden. Çünkü her birinde ayrı ayrı çıkarılmış bir öğüt ve nasihatları vardı. Benim için özel yazdıkları da vardı. Onlar benim için çok önemliydi. Çekmecenin en güzel kenarında hala saklıyorum ve her gördüğümde hala Anneannemi hatırlıyorum.
İzin alabildiğim sürece kalmaya giderdim ona. Geceleri oturup bol bol konuşurduk. Bana, benim yaptığım yanlışlarımdan bahsederdi. Genelde kızarak anlatırdı ama bundan hiç rahatsız olmazdım. Şimdi onu daha iyi anlıyorum. Çocukken kızdığı yanlarımı şimdi farkediyor, iyiki de kızmış diyorum. Çünkü değiştirdiğim, düzelttiğim yanlarıma Anneannem vesile olmuştur.
Ondan daha çok alacağım dersler olduğunu biliyorum. Çünkü ilerlemiş yaşına rağmen çoğu kişiye örnek olacak kadar azimliydi. Şu sözünü hiç unutmuyorum: "Ben karınca kadar yavaşım, ama karınca kadar da azimliyim. Allah' ın izin verdiği kadar gayret edeceğim inşallah" demişti.
Anneannem nasıl mutlu olunur biliyordu. Bahçeden topladığım çiçekler onu mutlu etmeye yeterdi. Onları defterlerinin arasında kurutup saklardı. Anneannemle ilgili yaşadıklarımı düşünürken, vaktin nasıl geçtiğini anlamadan gelmiştik. Onu göreceğim için içimde bir mutluluk oluştu. Adımlarımı daha büyük atıyordum gitmek için.
Gelmiştik artık. Kapıyı çaldım ve Anneannem açtı kapıyı. O anki mutluluğumu anlatamam.
HATİCE SARIBAŞ
---------------
ADALET
Çok soğuk bir kış günüydü. Elektrikler yine kesikti, nereden baksan iki aydan önce gelmezdi. Söylendiğine göre, yine teller kopmuştu.
Kursa gitmek için kalktı. Ayağında siyah lastik bir ayakkabı vardı ve üzerinde bir ceketi bile yoktu. Kursta iş sırası ondaydı, tahtayı sildi, sobayı yakıp bekledi. Arkadaşları ve öğretmen de gelmişti.
Arkadaşları ile arası iyi değildi. Çünkü onunla dalga geçip alay ederlerdi. Bu nedenle onlara mesafeli davranır, oyunlarına pek katılmazdı.
Evde de sıkıntıları vardı. Annesi hamileydi, fakat bu çocuğu istemiyordu ve yollar açılınca onu aldırma planı yapıyordu.
Annesine ne dediyse ikna edemedi, "Ben bakarım, sana bir sıkıntısı olmaz" diyordu ancak annesi kafasına koymuştu ve şöyle diyordu: "Zaten üç tane var, bir çocuğa daha ne gerek var?"
Havalar ısınmış, yollar açılmıştı. Bir sabah annesinin evde olmadığını öğrendi ve bebeği aldırmaya gittiğini anladı. Bir anda annesinden nefret etti. Annesi bir gece hastahane de kalıp, ertesi gün dönecekmiş. Yüreği buruldu. Annesiyle nasıl bir ilişkisi olacaktı?
Şimdi babası heyecanla konuşuyordu telefonda. Anlamak için babasına baktı ve babası ona şunları söyledi; annesinin bindiği dolmuş kaza yapmış ve annesi ağır yaralıymış...
Karnındaki bebeğini aldırmaya giden annesi, kendini kaza yapmaktan koruyamamıştı: ünkü her şeyi gören, adaletli bir Rab vardı.
ZEYNEP BALCI
----------------
KELEBEK
Her tırtıl kelebek olur mu? Koza dan çıktığında kelebek, tırtılı hatırlar mı? Bunu hep merak ederim.
Bu konuda yazıp çizenler hakikatı nereden biliyorlar? Ya da biliyorlar mı? Bu, insana heyecan veren bir ayettir.
Bir Teslim de; koza dönemine giren tırtıl gibi karanlığın içinden geçerek, hedefine ulaşabilmenin çabası içinde.
Orada yeni bir inşa ile inşa edilecek ve yepyeni bir yaşama yeniden doğacak; Tıpkı kelebek gibi...
Tırtıl koza nın içinde kelebeğe dönüşüyor; Maden bir kaya parçası iken, potalarda eritilerek, köpüğünden ayrılıp, saf altına dönüşüyor. Yüce Allah bunları Müminlere bir misal olarak gösteriyor.
Müminler de ağır sınavlarda, adeta potalarda eriyerek fücurundan arınarak, ışığında yürüyeceği nurunu elde ediyor.
"Kendi ışığınızın parlamasına izin verdiğinizde, çevrenizdekilere de aynı şeyi yapmaları için sessiz bir davette bulunuyorsunuz demektir. Bir model oluşturuyorsunuz." (Halil Cibran)
Fakat bütün bunlar mücadelelerle geçen uzun zamanlara ve büyük bir sabra bağlıdır. Ve buna ancak sabredebilen, o büyük pay sahipleri kavuşabilir.
Bir gün sabırsız bir adam, küçük bir koza ya rastlıyor. Koza da küçük bir deliğin oluştuğunu görüp, kelebeğin kolayca çıkmasını sağlamak için deliği genişletiyor. Fakat vücudunun büyük, kanatlarının ise çok küçük olduğunu görünce, zamanla büyür diye beklemeye başlıyor.
Ama bu hiç bir zaman gerçekleşmiyor. Çünkü hayat suyu kelebeğin bedeninden kanatlarına, koza dan çıkmak için çabaladığı zaman akabiliyormuş.
Adam bilmeden bu harika olaya müdahale etmiş olmuştu. Çünkü bu, kelebeğin doğuşunun gerçekleşmesi için, içinden geçmesi gereken, Allah' ın belirlemiş olduğu bir yoldu.
Tırtıl ancak çabasını tamamlarsa, yani sonuna kadar sabredebilirse kelebek olarak çıkabilecek, yeni bir inşa ile inşa erdilmiş olarak.
İşte bütün bunlarda aklını kullanabilen herkes için ayetler vardır.
GÜLŞEN ERMİŞ
---------------
SERVET
O gece sükunet yerden göğe kadar uzanıyor, herkes uyuyordu. Adam bunun düşünmek için iyi bir zaman olduğunu görünce atkısını boynuna dolayıp dışarı çıktı. Hava tahmin ettiğinden daha soğuk, gökyüzü berrak, ay parlaktı.
Rüzgarın soğuk dokunuşu nedeniyle titriyordu. Ancak sert hava koşulları daha iyi düşünmesini sağlamaktaydı.
Bir yıl öncesini düşündü: Penceresiyle buluşan yağmur damlalarının çıkardığı huzur verici sesi dinliyordu, "Bu yıl bolluk ve bereket içinde geçecek" dedi ocağa odun atmakla meşgul olan arkadaşına. Arkadaşı derin bir nefes aldı ve ardından, "Umarım" dedi, "Bu yıl kazancım toprağa ektiğimle sınırlı kalsın istemiyorum"
Arkadaşının bu sözü üzerine adam onun kazanma arzusundan oldukça etkilenmişti. Ancak yıl sonu onun kesesinde kendi kesesinde birikenin onda biri bile olmadığı halde, "Allaha şükür" diyordu, "Bu yıl çok şey kazandım"
Derin düşüncelere dalmış olduğu için arkadaşının yanına geldiğini ancak kendisine selam verdiği zaman anladı. Ellerini kendı nefesiyle ısıtmaya çalışırken, "Ne düşünüyorsun*" diye sordu.
Adam derin bir nefes aldı ve bir kaç saniye sessizce bekledi. Ve, "Yirmi yıl önce yakın bir akrabam bana, 'Servet yıldızlar gibidir, karanlık basınca ne kadar çok olursa, yolun o kadar aydınlık olur' demişti"
Arkadaşı onun yanına oturdu ve, "Bir yıl önce dua eden bir adamla karşılaştım. Ondan Allaha benim için dua etmesini istedim ve dedim ki, 'Bakmam gereken bir ailem var, ancak ben yoksul bir adamım. Ona benim için dua et, servetimi ve mutluluğumu artırsın' Adam benden kendisini evine kadar takip etmemi istediği zaman onu evine kadar takip ettim. Beni içeriye davet etti, ben de yarı huzursuz kabul ettim. Onun, duvarda asılı duran kadim bir tabloyu işaret edip, 'Bu senin servetden iki kat pahalı' dediğini hatırlıyorum. Ve gözlerimin önünde tabloyu duvarda asılı olduğu yerden indirip ocağa attı. Ateşin onu sardığını görünce hayretle, 'Ne yapıyorsun? O çok değerli bir tabloydu!' diye kızdım. Gözlerini ateşten alıp bana baktı, 'Öyleyse onu sdana yarı fiyatına satayım' dedi. Ben, 'Ortada bir tablo mu kaldı ki satın alayım?' dedim. O bana haklı olduğumu söyledi, 'Tablo yandı. Ondan geriye yalnız bu küller kaldı' Doğudan batıya doğru esen rüzgar tablodan geriye kalan külleri dağıtınca, 'Ve kül rüzgarla savrulur gider. İşte bu servetin ömrün sonundaki durumudur. Ancak tabloyu yakmamış olsaydım servetinin yarısını onun karşılığında bana verirdin. Şimdi her şeyinden vazgeç ve servetini Rabbin katında biriktir. Bu daha değerlidir' dedi. Bildiğin gibi dostum, alıcı kötü malı geri çevirir, Allaah da iyi amelden başkasını kabul etmez. Yaşamında ektiğinden Allah katında kazanacağın nedir?"
HANDE ÇETİNKAYA